9 Ağustos 2010 Pazartesi

İçimdeki Hayvan Sevgim Kuduz Oldu



Sokakta...

Yaş 7,5 falanım, tabi o yaş itibariyle ilkokul öğrencisiyim ve çevreyi hayvanları tanıma dönemindeyim hemde okullar tatil, yaz tatili günleri dışarıda haylazlık peşindeyken ki haylazım hakikaten şimdi ki çocuklar bilmezler, gazoz kapağı misket falan oynuyorum mahalleden arkadaşlarla kedi köpek peşinde koşuyorum ama içimdeki hayvan sevgisi gerçek, kedinin kuyruğuna iple teneke bağlayıp eziyet etmişliğim hiç yoktur topu topu çocuk aklıylan kucakta mıncıklamışımdır en fazla o da patilerinden tırnaklarını çıkarıp tırmalamıştır tabi. Her olay tecrübe yaratıyor bünyede sevgili anacığım uyarsa da kaç defa tırmalar diye tırmalanmadan öğrenmek yok o dönem. Bir müsibet bin nasihattan iyidir hesabı.

Neyse efenim. Bir gün gene sokaklarda bir arkadaşımlan beraber koşuşturma içinde oyun oynamakta iken sevimli mi sevimli minik bir köpek yavrusu bulduk bir köşede, arkadaşım nedense pek haz etmezdi yavru köpekten kediden bense içimdeki hayvan sevgisiylen onu okşama hatta bu benim olsun mu anneeeaa deme derdindeydim. O an fark etmesem de eve gittiğimde annemin baş parmağımdaki ufak bir çiziği fark etmesi hayatım boyunca unutamayacağım bir olaylar silsilesinin başlangıcı olmuştu o minicik köpek yavrusunu severken.




Evde...
Evet, masum masum bakarken köpekçik başparmağımın tırnağını çizmeyi başarmıştı nasıl olduğunu hala anlayamadım bir şekilde. Anneme sokakta bi yavru köpeği okşarken oldu dememden itibaren bir telaş bir endişe ile babamla telefonda konuşmalar sonra babamın işten gündüz vakti gelip parmağıma bakması o anlarda bırakın beni yea köpeğimi sevicem ben bişey yok be diye bağırıp çağırmalar lakin onların bu kadar endişelenmesine anlam veremiyordum ama galiba başım beladaydı fakat topu topu minicik bir köpeği sevmiştim halbuse.


Hastanede....
Hastaneye neden gidiyorduk ki apar topar, kendimi hasta da hisstmiyordum. Gayet iyiydim bıraksalar şimdi akşama kadar önce top oynar sonra komşu çocuklarından misket üter arada anneme ekmek üstüne yoğurt sürdürüp yoğurdun üstüne nane karabiber ektirip karnımı doyururdum ama hastaneye gidiyorduk arabada...

Hastane kısmını şimdi pek net hatırlayamıyorum dedim ya 7,5 falandım ben o zaman. Kocaman iğne yaptıklarını hatırlıyorum. Doktor amcanın iğne dediğini duyduktan sonra bağırıp çağırmam pek fayda etmedi yedik iğneyi. KUDUZ dan şüpheleniyormuş herkes. Sebepte geçtiğimiz aylarda olan başka bir olaymış. Yedik iğneyi sonrada ağlaya ağlaya evin yolunu tuttuk.

Yeniden evde ve sokakta...
Artık o köpeği istemiyordum evde onun yüzünden iğne yemiştim hemde göbekten. Ama gene anlamadığım bi şekilde anne ve babamla sokakta köpekçiği aramaya başladık. Niye arıyorduk ki?

Ankara yolunda...
Köpeği bulup eve getirdikten sonra bi karton kutuya koyup yola çıktık apar topar. Gene noluyodu niye arabada babam ben ve minik köpekçik vardı anlamamıştım. Ama Ankara yolunu hep severdim. Bi buçuk saat boyunca camdan baka baka gitmiştim daha öncede bi sürü kez, babam beni hayvanat bahçesine götürmüştü abimle beraber daha önce..

Arkada karton kutu içinde masum masum bakarken okşamaya çalışıyordum onu hala, babam dön önüne oğlum bak bi iğne daha yersin bak demesi bile engellemiyordu beni diyorum ya içimdeki hayvan sevgisi çok fena. Gittik bi yere bıraktık köpekçiğimi sonrada döndük hiç beklemeden, ağlamıştım galiba dönerken onu orda bıraktık diye...

Birkaç hafta sonra...


Hastane maceramı unutmuştum aradan baya zaman geçmişti ve ben gene sokaklarda koşuşturma içindeydim arkadaşlarımla. Annemin her önüne çıkan hayvanı elleme okşama eve getirme nasihatları sonucu o aralar pek ilgilenmez olmuştum sokaktaki minik arkadaşlarımla. Tabi bunda yediğim şimdi sayısını hatırlamıyorum kuduz iğnelerininde etkisi vardı muhakkak.

Bizim evin arka sokağındaydım. Ve oda ne! polis kapı kapı dolaşarak birini arıyordu. Hemen arkadaşlarla olay mahalline yanaştık, kimi arıyordu acaba hızsız mı katil mi kanun kaçağı mı var dı mahallede? ne heyecanlıydı bunu hemen anneme haber verneliydim. Koşa koşa arada baya mesafe varken nefes nefese eve vardım.

- Anneeaa arka sokakta polis vaaarrr
+ Ne polisi
- Birini arıyorlarmış. Hırsız olabiliiir ( Bilmiş bi ifadeyle)
+Arasınlar oğlum çok uzaklaşma evin önünden
- Bi gidip bi daha bakacam ben
+....
- Anne polis buraya geliyooo

İşte o an...


Polis bizim evde...
Polis bizim eve gelmesi çok heyecanlıydı ama niye gelmişlerdi ki bizim evde ne hırsız ne katil vardı. Annem polislerle konuşurken korkudan uzaktan izliyordum onları. Ama benim adım geçiyordu konuşmada nee?!?  Polis beni arıyorduu evet evet beni arıyordu hatta bulup götürmeye gelmişler. Peki neden ne yaptım ki ben geçen gün bi çocuğu dövmüştüm ondan mı acaba görürsün sen diye gitmişti. Şimdi yandık işte.

Babam gene apar topar işten eve geldi polisler ordayken. Ben daha da uzaklaşıp içeri saklanmıştım. Sonra annem ve babam içeri geldiler gülerek. Polis seni götürecekti vermedik dediler. Benim sesim hiç çıkmıyordu sadece Nolmuş? diyebildim.





Nolmuş?


Nolmuşdu da polisler bütün mahallede beni arıyorlardı ve eve gelmişlerdi beni neden götürmek istemişlerdi Ne yapmıştım ben yaae?
Ankaraya götürdüğümüz minik köpekçik ölmüştü. Evet ölmüştü. Götürdüğümüz yer bi veteriner kliniği imiş ve köpekçik kuduz testlerine bile yapılmadan ölmüştü. polislerde bizim eve bu velet kudurmuş mu acaba diye gelmişler. Çünkü hastaneye kontrole gitmemiz gerekiyormuş geçen hafta gitmemişiz. Neden çünkü ben sokaklarda oradan oraya koşuştururken bizimkiler unutmuş bile hiç hasta falan olmayınca ben, bu kuduz olayını. Ama köpekçik ölünce polis zoru ile götürülmem istenmiş hastaneye kontrole. Babam ben götürürüm kontrole demiş göndermiş polisleri. Gittik hemen tabi, doktor kuduz olmadığımı görüp geri gönderdi beni.

Babam sonradan o köpeğin klinikte açlıktan öldüğünü öğrenmiş. Zavallı köpekçik benim yüzümden ölmüştü. Tabi bunda işini doğru düzgün yapmayan kuduz testi yapacam diye hayvancağıza yemek bile vermeyen veteriner hekiminde  payı vardı ama sonuçta sırf parmağıma ufak bi çizik attı diye ölmüştü işte köpekçik. Daha adını bile koymamıştım onun. Eve alıp gelince koyacaktım.

İlkokulda büyüyünce ne olacaksın diyenlere veteriner diye cevap vermeye başlamıştım o olaydan sonra kedilerin köpeklerin hayatlarını kurtaracaktım. O soğuk buz gibi bi klinik gibi bi yerde yapmayacaktım hemde onlarında seveceği bi yerde yapacaktım bunu. Veteriner olacaktım işte o yavru köpek için...

Hala severim sokak köpeklerini, bu sıcak yaz günlerinde kapımın önüne bi tas su koydum onlar için serinlesinler diye...




19 Temmuz 2010 Pazartesi

Dünya Kupası, Vuvuzela, Casillas



Dünya kupası ardından akılda kalanlar gerçekten rahatsız edici bi sinek uğultusu eşliğinde TRT maç yorumcularıdan Ömer Üründül'ün her duruma uyacak basma kalıp sözlerine futbol çok enteranı katması ve ne dediği anlaşılmayan Muhsin Ertuğral ile birlikte geldi geçti dünya kupası. 

Muhsin Ertuğral zamanında afrikada takım çalıştırmış bir teknik adam. Geçtiğimiz sezon arasında Sivasa gelip sezon bitmeden takımdan gönderildi kişiliğine efendiliğine denecek bişey yok ama umarım bi daha yorumculuk yapmaz yapmamalı. Zati TRT Ömer Üründüle yorum yaptığı için bırak para vermeyi yol giderleri dahil konaklama parası bile vermiyormuş. Burger King'in Türkiye'deki %30 hissesine sahip bu kişi hobi olarak yapıyormuş adama şimdi Ömer bu işi yapma demiyorum hobi olarak gene yap da denmez  ki hobi olarak da yapma Ömer...

Dünya kupasında en çok sevindiğim olay Fransa'nın grup sonuncusu olarak elenmesiydi kuşkusuz. Plaf off maçında Hanry'nin elle düzeltip atılan gol ile dünya kupasına giden Fransa'yı ukâla Sarkozy'i, 2016 Avrupa şampiyonası elemelerinde bize kazık atan Platini'yi düşündükçe keyiften dört köşe oldum vesselam.

Bir önceki dünya kupası sahibi İtalya'nın oynadığı daha doğrusu oynayamadığı futbol ile futbol dünyasının NBA'i gibi gördüğüm Premier League'ne sahip İngiltere'nin Almanya karşısında dört yemesi, Ronaldo, Messi, Rooney, Anelka dörtlüsünden sadece bir gol çıkması tam bir hayal kırıklığıydı esasen futbol seyircileri için.

Tam burada Almanya parantezi açmak lazım. Bence en iyi futbolu oynayan ekipti. İngiltere'nin ardından Arjantin'e de dört atıp elemeleri bu dünya kupasında final oynamayı hak ettirmişti ama fikstür onları İspanya ile yarı final oynamalarını istedi. 

İspanya... İnsanı ekran başındayken bile fitil eden top benim kardeşim git kendine oynayacak başka top bul dercesine oynadıkları futbol. Rakip takım çok sağlam disiplinli olsa dahi sinirleri bozacak derecede topa sahip oluyorlar. Bu futbolu oynamaya devam ettikleri sürece ki bu Xavi, İniesta, Xabi Alanso ve Fabregas dörtlüsünün üçü formda olmalarına bağlı, bu takımı yenmek gerçekten çok zor. Final maçında Hollandayı tuttum açık söylemek gerekirse. Aslında İspanyanın oynadığı bu futbol tarzını Barcelona'dan alıyor oluşu, Barcelona'ya da bu sistemi oturtan kişinin bir Hollandalı futbol efsanesi Johan Cruyff oluşu ve Hollandanın yıllardan beri oynadığı göze hoş gelen futbol sebebiyle kazansın istedim ama olmadı boynuz kulağı geçti. Cruyff'un yarattığı takım kendi ülkesinin ilk dünya kupasını kazanmasını engelledi. Jose Morinho bu dünya kupasında iyi bir takımın başında olsaydı misal Arjantin veya Portekiz İspanya'ya belki kafa tutabilirdi Çünkü İnter ile bu futbol takımı nasıl yenebileceğini gösterdi şampiyonlar liginde Barcelonayı elerken.

Birkaç kelimede Casillas'a. İspanya milli takımı kalecisi ve kaptanı kupayı kazandıktan sonra önce hüngür hüngür ağlaması ve sonra da röportajda sevgilisini öpmesi en renkli ve akılda kalan olayıydı. Spontane geliştiği her halinde belli bu olayın sebebi zannımca Dünya kupası ilk maçına kadar gidiyor. İlk maçta İsviçre'ye mağlup olurken İspanya'da gündem Casillas'ın sevgilisi spor muhabiri Sara Carbonero`nun maç sırasında görevi sebebiyle sahada olması ve Casillasın dikkatini dağıtması ihtimali ile ağır şekilde eleştirilmiş Casillas. Son maçta ki duygu patlaması hem kendinin hemde sevgilisi Sara aldığı bu eleştirilerin katkısı muhakkak vardı. Röportajda ailesine arkadaşlarına ve de sana teşekkürler diyerek mahçup mahçup öptü kızı


Misal Casillas'ın başına gelenler milli  takım kalecisi Volkan'ın başına gelmiş olsaydı, İlk maçta sonunda spor medyamız Volkanı asar sevgilisi olacak spor muhabirini de keserlerdi. Hatta maçı TRT yayınlayacağı için TRT yöneticileri milli takım selameti açısından kızı hemen maç anında bırakın stada girmeyi TRT arşivlerinde toz alma görevine falan getirirlerdi. Tabi Volkanda yedeğe çekilirdi belkide vatan haini ilan edilirdi.

Bu dünya kupasında yoktuk ama işte böyle izledik gene de bazen mutlu olduk bezende hayıflandık biz olsaydık keşke diye olsaydık renk katardık muhakkak ama Estonyayı Bosnayı yenemezken biz olsak kesin çıkardık gene yarı finale falan diye ahkâm kesmekte çok gülünç bence.

Bu maç bitti şimdi önümüzdeki maçlar bakıyoruz efenim esen kalın...

17 Temmuz 2010 Cumartesi

Referandurmak.



Sanem Altan hanım geçenlerde twitterdan referanduma içinde akp olmadan hayır diyen bi yazı okumadım, okuyan varsa göndersin okuyayım diye bi tweet yazdı. demek istiyor ki referanduma hayır diyenler sadece akepeye hayır diyor aslında bu anayasa değişikleri ile anayasamız çok daha iyi olacak iyinin hakkını verin evet deyin falan filan, Altan ailesinin diğer fertlerini de düşündüğümüz vakit bu söylemler şaşırtmadı beni tabiki de lakin içinde akepe olmayan hayır bulamazsınız Sanem hanım bu değişiklikleri nasıl akepe dayatarak yapmak istiyorsa hayır nedenlerinin içinde elbette RTE de olacak akepe de.

Herşeyden önce darbe anayasası değişmeli buna kimsenin itirazı yok ancak,

Referandumda neyi oylayacağınızı biliyor musunuz diye bir referandum daha yapılsa önce ezici çoğunlukla hayır çıkar güzel ve yalnız, okumayan bilmeyen ülkemde.

Ufak bi hatırlatma kurtulunmak istenen anayasa zamanında gene bi referandumda %91 oyla kabul edilmişti.

Anayasa baştan aşağı değişmiş ve yapılmış en demokratik özgürlükçü anayasa olsaydı evet derdim elbette ama bu haliyle kesinlikle HAYIR diyeceğim.

26 maddelik bu anayasa değişiklikleri (25 i geçebildi) mecliste görüşülürken muhalefet partilerinin itirazları olan değişiklikleri çıkarıp kalanları oybirliği ile geçirebilecekken bu anayasa değişiklikleri hap gibidir bütün olarak hepsini halka hap gibi kapsul gibi sunacağız halkımın nasıl olsa prospektus okuma alışkanlığı yok hemen yutar diye dayattığı için Hayır...

Danıştay, Yargıtay, Sayıştayı adeta danıştayyip yargıtayyip sayıştayyip e çevirmek istediğinden dolayı hayır,

Evet propagandasında ilk sırada yer alan onun bunun tabanına laf atarak size darbe döneminde işkence edenler yargılanacak demelerine rağmen "zaman aşımı" ile ilgili herhangi bir düzenleme yapılmadığı için hayır.

Bu anayasa değişecek ama önce bu hükümet değişecek. Fikrim budur ahanda zikrimde budur.

Sen Hiç Yunus Hayvanını Düşündün mü?

Suyun içinde nefes alamayan nefes almak için ikide bi su yüzeyine çıkmak zorunda olan ve en zeki hayvan kabul edilen Yunuslar. Yüzyıllardır balıkçıların en iyi dostları olmuşlar hep, denizciler denize açılırken yunusların oyun oynarcasına yanlarında belirmesi uğur ve havaların iyi gideceği inancı yaratmış ve bu hayvanlara lan şunu bi yakalıvereyim kocaman balık diye yan gözlen hiç bakmamışlardır. Çünkü bunlar şeklen denizde yaşasalar da aslen balık değiller. Hiç balığın gagası olur mu len. Ordan anladım.

Denizden babam çıksa yerim diyenler bile yunus deyince bi duraksarlar o balık mıydı diye. Bendeki yunus eti çağrışımı da at, eşek eti ile aynı. Teknolojilerine çalışkanlıklarına bu caponlar yapıyo abi diye hayranlık duyduğumuz milletin her yıl onbinlerce yunus katletmeleri hatta bu yunusları, yunus eti olarak değilde balina eti etiketi olarak satmaları pek bi garip geldi ilk duyduğumda, hatta bu fikri acaba eşek keserken yakalanınca biz satıcı değil yiyiciyiz diyen bizim kasaplar mı verdi caponlara diye düşünmeden edemiyorum. Çünkü bu capon evlatları kendi namuslarına en ufak bi leke gelse hemen geleneksel harakiri yöntemiylen kendi kendilerini intihar ediveriren bi millettirler. Amma velakin demek caponlarda bozmuş kendilerini, kapitalist düzen işte napcan.

Şu altta gördüğünüz videoyu mideniz kaldırabilerse izleyin yoksa hiç bulaşmadan devam ediverin diyerek uyarayım da öyle basın play tuşuna..


Şimdi bu caponlar balık mı bulamıyorlar da böyle bişey yapıyorlar acep. Japonyanın Taiji sahili efenim bu katliam yeri. işin aslı japon hükümetinin balıkçılara göz yumma sebebi yunusların balıkçıların yakalayacağı balıkları yemesiymiş ve hatta bu sevimli ötesi varlıklardan "zararlı" olarak bahsediyor bu balıkçı ahalisi. 

Çinlilerin köpek yemesi bile kulağıma bu kadar kötü gelmemişti. En azından mantık olarak hak veriyordum o kadar kalabalık nüfus içinde ne bulsa çekirge böcek möcek köpek ayırt etmeden yiyecek bunlar ki karınları doysun. Yaşadığım yerde son yıllarda çalışmaya gelen çinlilerden sonra sokak köpeği sayısında gözle görülür bi azalma oldu. ya belediye toplayıp telef ediyor ya da çinliler toplayıp bi güzel mangal yapıyor ama herkesin dediği çinlilermiş efenim bu işin müsebbibleri. Ama onlarda haklı lan misal Çin'de olsak öyle ortalıkta başıboş koyunlar dolaşsa  ve hiç kimse onlara bulaşmasa açıkça söyleyeyim bende acıktıkça yakalar keser yerim.

Neyse efenim konuya tekrar dönecek olursak Yunus etinin yenmeme sebebi sadece sevimli olmaları değil. Besin zincirinin tıpkı insanlar gibi son halkasında olan yunuslar büyük balık küçük balığı yer aforizması ile ki birebir doğrudur sona gelene kadar oluşan zincirde civa miktarı tavan yapıyor. Evet bildiğin "civa" şöyle ki civa, zincirde her basamakta artan ve normali ve zararsızı milyonda dört iken yunuslarda bu civa miktarı milyonda ikibin civarına çıkan bi melet. Özet geçecek olursak yunus eti zehirli ve yenmemeli. Şimdi bu harakirici caponlarda bunu bildikleri için nasıl ki bizimkiler at etine dana eti etiketi yapıştırıyorsa yunusada balina eti deyip yutturuyorlar kendi halklarına utanmadan. 

Son olarak şuna bakmadan geçmeyin  save the dolphins... 

Haydi sağlıcakla...

3 Aralık 2008 Çarşamba

Kötülerin Bize İhtiyacı Var

Biliyorum, çoğunuz iyi insanlarsınız. Bu yüzden hep kötüler kazanıyor zaten.
Birçok kötü, hatta alçak tanıdım. Çoğu neşeli insanlardı. Hiçbirinde çekingen bir ruh haline rastlamadım. Kötüler atak, iyiler pısırıktır. Etrafınıza bakın, en heyecan verici, en eğlenceli insanlar hep sahtekârlardır. Hepsi paldır küldür konuşan, ağız dolusu gülen insanlardır. Çünkü sahtekâr, sempatik olmak zorundadır. İyinin böyle bir mecburiyeti yoktur. İyi, sıkıcıdır. Kadınlar "iyiler"e değil, güvenilmez erkeklere aşık olur bu yüzden. Zaten aşk denen altüst oluşla ancak bir üçkâğıtçı başa çıkabilir. Aşkın tadını çıkaramaz iyiler. Onlar sarılıp sessiz bir uzanmayı aşk zanneder. Tekdüzedirler. Yavaştırlar. Kadınlar da dertlerini onlarla paylaşır ama gidip bir güvenilmezle sevişirler. Tutku kötülerin işidir. "Sessiz ve efendi bir insan" cümlesiyle tanımlanan bir iyilik kolaydır. Sahtekârlık daha zordur, maharet ister. Zeki, hızlı ve atak olmalıdır. Enerjiktir. (Tabii "kötü" kötüler konumuz dışındadır. Yani hem salak hem kötü olmaya çalışanlar için düşünmeye, yazmaya değmez.) Üçkâğıtçı... Sahtekârın en sempatik, en başarılı şekli. İyi bir hatiptir o. İnandırıcıdır. Konuştuğu zaman etrafındaki tüm "iyi ve dürüst" insanlar ağzının içinde kaybolur. Hem çok iyi fıkra anlatır hem hüznün tüm renklerinden haberdardır. Kahkahasında pirzola tadı, hüznünde bazen ölümün sesi vardır. Adam başarılıdır. Yeteneklidir. İyilik kolaydır. Kötülük maharet ister. İyi olmak için kimseye kötülük yapmamak yeterlidir. Ama kötü olmak için daha çok çalışmalısınız! İyi, kötü karşısında güvensiz, enerjisiz, çaresizdir. Filmlerde bile iyi, kötüleşmeden kötünün hakkından gelemez. "Yeminini bozar" ve kavgaya girer. Oysa kavga kötünün mesleğidir asıl. Biz "iyi" seyirciler perdedeki iyi adamımız kan döktükçe rahatlarız. Ve iyi kötüyü yendi diye seviniriz. Oysa artık hepimiz kötüyüzdür filmin sonunda. Hatta biz "kötü"den daha çok insan öldürmüşüzdür. Bir iyi için en zor olan, kötüye "Sen kötüsün" demektir. Çünkü iyi, utangaçtır. Hırsıza "hırsız" diyemez. Kötünün yerine utanır, sahtekârın yerine yüzü kızarır, hırsızın yerine yerin dibine geçer... Bu sırada kötüler, sahtekârlar, hırsızlar deli gibi eğlenmektedir. Çünkü onların yerine utanan, sıkılan, yerin dibine geçen birçok "iyi" insan vardır. Şeytan bile bazen yorulur kötülük yapmaktan. Ama hayatlarını
salt kötülük yapmaya adayanlar asla durmazlar, bunu çok iyi biliyorum. Güzel kıyafetleri, biryantinli saçları, resmi arabaları, siyah gözlükleri ve korumaları vardır. Ama ruhları şeytandır. Kötünün en büyük avantajı iyideki kahrolası utanma duygusudur. Bu duygu iyiyi öylesine zayıf düşürür ki ağzını açıp bir kelime söyleyemez. Halbuki öylesine kararlı çıkmıştır ki kötünün karşısına. Herşeyi açık açık söyleyecektir. Başına gelecekleri göze almıştır!.. Ama olmaz. Yapamaz. Çünkü iyiler korkaktır. Çünkü iyiler herkese acır, en çok da kendilerine. Susmak, acımak, utanmak, korkmak... Farkında mısınız, ey iyi insanlar, ne kadar sıkıcı şeylerle uğraşıyorsunuz! Kötüler kazanınca da şaşırıyorsunuz! Tarih boyunca iyiler kazanmasalar da, bir şekilde ayakta kalmayı başardılar. İyinin yazgısydı bu. Şeytan her zaman saldıracak, yere yıkmaya çalışacak,akılları karıştaracak ve iktidarına devam etmeye çabalayacaktı. Babalarımız iyi insanlardı ve bize de iyi olmamızı öğütlediler. Biz de iyi insanlarız. Ve çocuklarımıza aynı şeyi öğütlüyoruz. Hepimiz kötülerin yanında çalışıyoruz. Haydi iyi insanlar! Haydi sessiz, efendi, sıkıcı, korkak, utangaç ve iyi insanlar!
Çalışın!
Kötülerin size ihtiyacı var!


Yılmaz Erdoğan